Geçtiğimiz hafta, son zamanlarda ülkemizde sıkça yaşanan ve endişeye yol açan grip vakaları hakkında bazı bilgiler paylaşmıştım...
Üstüne üstlük soğuk hava dalgası ile grip vakalarına soğuk algınlıkları ve nezle de eklendi ki, şimdilerde hastaneler doldu taştı...
*
Ben şimdi bu hastalıkların tedavisine başka taraftan yaklaşmak istiyorum.
Dışsal olarak hastalıkların tedavisinde çabamız sadece ilaçlar çerçevesinde kalıyor ne yazık ki...
Ve biz insanlık olarak bu ilaçların gölgesinde her geçen gün daha da ezilir olduk.
Yıllardır bedenimizi ve kendimizi dinlemeyeli de epey uzun zaman oldu.
Ruhsal olarak ve fiziksel olarak biyolojik evrime yenilen insanoğlu, bir yandan sorunlar, bir yandan hastalıklar, bir yandan nefret, savaş ve türlü olumsuzluklarla uğraşırken geride kimbilir neler bıraktı neler...
*
Biz öncelikle kendimizi bir dinlendirelim isterim...
Bedeni dinlendirmek kolay mı, hayır değil?
Bedeni dinlendirmek bu kadar kolay değilse, ruhu dinlendirmek nasıl kolay olsun peki?
Bence ikisi bir bütün olarak değerlendirildiğinde günümüz şartlarında oldukça zor günler bizi bekliyor...
*
İlk olarak bedenimize bir projektör tutalım...
Bedenimiz sürekli salgı salgılar temizlenmek için, ancak bizim soluduğumuz hava kötü, ne olacak şimdi?Bir de sağlıksız beslenme salgıları bozdu.
Kimyasallarla yaşıyoruz. Ve bir gün mutasyona uğrarsa insanlık, hiç şaşırmayacağım...
Metropol yaşam sıkıcı ve tekdüze, aynı zamanda o kadar da yorucu ki, bu nedenle organlarımız aşırı ve hızlı çalışmakta...
Bedende biriken toksinler ise hızlıca artmakta ve birikmekte...
Kısaca kanımız hızla kirlenmekte...
*
Şimdi bunları bir projektör vasıtası ile sizlere gösterirken, hızlı bir beden düşüşü, zayıflama ve hastalıklar da gözünüzün önüne geldi değil mi?
Çevrenizde ki herkes hasta değil mi?
Kaç kişi ailesinde sayabilir bize tansiyonu, kolestrolü, şekeri, kalp hastalığı ve hızla artan astım hastalığına yakalanan yakınlarını.
Bence her aile...
Her ailede bu hastalıkların hemen hemen hepsi var artık...
*
Bedenin dinlendirilmesi yüzyıllardır bilinen bir gerçektir.
Eski uygarlıklar da ve her dinde, her toplumda bedeni dinlendirme yapılmıştır ve adına da, ‘oruç’ veya ‘perhiz’ demişlerdir...
‘Detoks’ yani organları dinlendirmek, toksinleri atmak şimdilerde oruç ve perhiz yerine moda kelime artık.
Ve bizler toksinleri bedenden attığımızda en başta şeker, sindirim bozukluğu, obezite, kabızlık ve bir çok kronik hastalıktan da kurtuluruz, zihnimiz canlanır ki, bu gelişmeler iyi yönleri. Şimdi moda kelimeye uyalım ve detoks yapmaya karar verelim. İlk olarak temizlenecek bedenin detoksunun iyi yanlarının yanında kötü yanlarını da bilelim değil mi?
*
Detoksa başladık...
Detoks için size göre en iyi besinleri alıyor olsanız da, bu iyi besin hangi özelliği ile size göre iyi. Topluma göre ve üreticilere göre nedir iyi besin? Hibrit midir?
İkincisi, hava kirliliği ile solunan hava iyi midir ki, beden güzelleşsin?
Moda yiyecekler iyi mi ki yenilenelim?
Ama yine de modaya uyduk diyelim ve kısaca toksinlerden kurtulduk diyelim, sağlıklı bir beslenme düzeni kurabilecek miyiz?
Kurduğumuzda da sürdürebilecek miyiz?
İşte detoks yapacaksanız önce iyi ve kötü taraflarını da irdeleyin istedim...
*
Ve şimdi geçelim bu dışsal hastalıklara da, gelelim içsel hastalıklarımıza.
İkinci bedenimize bir projektör tutalım, yani özümüze, ruhumuza...
Tek bir kelimeden binlerce anlam çıkarabiliriz...
Yorulduk...
*
İnsanları anlamaya çalışmaktan yorulduk...
Metropol yaşamın koşuşturması önce ruhu yordu ki, beden de yoruldu...
Hayatımıza giren her yeni insan bizi yordu, yeni yükler bizi yıktı...
Gündelik hırslar ise ruhu köreltti...
Yaşamlarına bir kez bile dışarıdan bakamamış insanlar ile çevriliyiz...
Dürüstlük rafa kalktı...
“Dostluk” tatile çıktı… Sabır, anlayış, hoşgörü bitti, tükendi...
Aşk unutuldu...
Mutluluk yok, saygı bitti...
*
İnsanlar birbirini sevmiyor ne yazık ki...
Tebessüm etmeyi unuttuk...
Hased ise dolduk taştık...
Üçkağıtçılık aldı yürüdü, yalan ise dizboyu… Kısaca insanlığın dışında ne varsa ‘in’ şu günlerde bizi çevreledi... Bizim halimiz, yani insanlığın acı durumunun özeti gözlerimizin önünde...
Ve kendimizi dinlemeyi yine unuttuk, yine unuttuk, unutturulduk...
Çünkü, dizilerle, yarışmalarla uyuşturulmaktan her şeyi unuttuk...
Acilen dinleyin kendinizi ki, göreceksiniz ‘ruhumuz can çekişiyor’...
Dip notlar;
Vay dedem vay...
Her sakallıyı dedemiz sanan bir toplumuz biz...
Kapılar var önümüzde ve biz tüm içtenliğimizle, sevgimizle ve çaresizliğimizle kapıları zorluyoruz...
Ve zorladığımız kapılar, yıllarca hep hayal kırıklıkları ile açıldı...
Zamanında müdahale edilmesi gereken her şey, şimdilerde bir kaos olarak karşımızda...
Gözyaşlarımız çok...
Sözlere inanışımız çok...
İnsanlara değer verişimiz çok...
Herkesi kendimiz gibi sanarak ilerleyişimiz var bizim toplum olarak...
Yine aynı hataları yapma eğilimimiz var...
İnanmamız var...
Güvenmemiz var...
Her karşımıza çıkanı insan sanmışlığımız var...
Farzedelim ki!.. Farz edin ki anlaşıldık, önemsendik, birleştirildik, yazdıklarımız anlaşıldı...
Ya anlayamadıklarımız?
Sildiklerimiz...
İnsanlığımız...
Yazamadıklarımız...
Velhasıl hep insanlığımız geride kaldı, her sakallı da dedemiz oldu...
Kendimizi sorgulamaya itelim mi?
Kendimizi sorguladığımızda acaba kötü ve iyi yönlerimizi kıyaslayabilir miyiz?
Hoş kıyasladık diyelim, kötü yanlarımız fazla ise nasıl bir yol çizeriz, kabullenebilir miyiz?
Şimdi başlayalım...
İlk aşama problemimizi bulmak...
Sonrası gelir...
Ne sorununuz var?
Hayatınıza neden 'odaklan' mıyorsunuz?
Neden hep başka kişilerin istediği gibi yaşamak zorundasınız?
Bütün yaptığınız sadece şikayet etmek mi?
Neden hep beğenmediğiniz yönlerinizle yaşamak zorundasınız?
Çok küçük olayların dahi sizi mutsuz etmesine nasıl izin veriyor sunuz?
Abartma huyunuz var mı?
Huysuz ve dayanılmaz mısınız?
Bağırmak, kızmak, sinirlenmek ve bencillik bir çözüm mü?
Düşmalık ve nefret hayatınızın neresinde?
Karşılıksız sevebiliyor musunuz?
İşte en önemlisi de bu, karşılıksız, koşulsuz sevgiyi yüreklere saçabiliyor musunuz?
Mutlu kalın...
Fıkra;
Timur bir gün yanına Hoca'yı da alarak Akşehir’in Meydan Hamamına gider. Soyunup peştemallara sarınıp sıcak bölüme geçerler. Göbek taşında oturup bir yandan sohbet ederken bir taraftan terlerler. Derken Timur Hoca’ya sorar. - Hoca sen bir deryasın! Kıymet biçmesini bilirsin. Şu halimle ben kaç para ederim?... Hoca: - On akçe der. Kendisine bu kadar az kıymet biçilmesi Timur'u küplere bindirir. - Bre gafil sen bana nasıl on akçe ettiğimi söylersin bu parayı sadece peştemal yapar! deyince Nasreddin Hoca boynunu bükerek;
Peştemali hesaba kattım zaten! der.
Günün sözü;
Birini eleştirmek istiyorsanız, en uygun yer aynanızın karşısıdır. George Bernard Shaw
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.