Birkaç zamandır “küreselleşme” konusu tüm zihnimizi meşgul edip durdu ve halen de ediyor.
Küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutludur aslında.
Peki nedir bu küreselleşme?
Ürünlerin, fikirlerin, kültürlerin ve dünya görüşlerinin değiş-tokuşundan doğan bir uluslararası bütünleşme midir?
Yoksa dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç midir?
Bir çoklarına göre bütünleşmedir, bir çoklarına göre de tekdüze dinamik süreçtir.
Ve biz bu süreçte sorunları tartıştık, iklimi ele aldık, iletişimin mikro düzeye indiği bir dönemin kapılarını açtık ve vizyonumuz büyürken, dünyamızı da küçülttük.
Adına da “yeni dünya düzeni” dedik...
*
Peki bu yeni dünya düzeninde dünyanın bütün olması, sınırların silinmesi mümkün mü?
‘Dünyanın bir ucundaki olayın diğer ucuna nasıl yansıtıldığı’ tam biliniyor mu?
Yani, ‘dünyanın küçük bir köy olarak düşünülmesi’ doğru mu sizce?
Bu mudur küreselleşme?
Ya da asıl amaç bu büyük köyde ‘evrensellik’ adı altında sınıfsız ve ‘köle toplumlar’ mı oluşturmaktır?
Veya, tekdüze siyaset, tekdüze ekonomi, eleştirisiz hayat mı?
"Uyumluluk" adı altında “köleleştirmek” mi?
Kısaca küresel köy mü istenilen?
*
Tek bir anlayışın oluşması oldukça uzun zaman alacak veya tek bir merkezden yönetimin...
Ancak gidilecek nokta budur.
‘Tek bir merkezi yönetim ile ülkelerin, insanların yönetimi’.
İvmeler var hayatımızda ve hangi yöne doğru bilmiyoruz.
Ancak zihnimizi de bulandıran oldukça çok şey var.
Hızla büyüyen ‘küreselleşme’ yapaylıklarında körüklenmesini beraberinde getirmedi mi?
Veya razı olmuş toplumları.
Kaderi kabullenerek sömürülmeyi.
*
Bilmeliyiz ki, küreselleşme ile tek istenen tek merkez sistemidir.
Bu konudaki çabaları görmüyoruz diyemezsiniz.
Çok uzun sürmedi alışveriş merkezlerinin şehirlerimizi kaplaması. Çok uzun sürmedi sistemlerin değiştirilmesi, teknolojinin bizi ele geçirmesi.
Çok uzun sürmedi yerel üretimlerin, tarımın tek ele geçmesi, bitirilmesi ve ‘tek ürün’ (mısır gibi) ekme dayatması.
‘Ölümü’ göstererek gidişatın hep kötü olduğuna dair zihinlere atılan tohumlar yeşermeye başlamadı mı?
Başladı...
Fitneler artmadı mı?
Arttı...
Ve artan tüm olumsuzluklara karşı da, çözüm arayışları nerede ise yok veya çok az.
*
Bu ekilen “düşüncelerin” ivmeleri nereye doğru yönlenecek?
Derinleşen görüşler geri plana atılırken, anlamsız görüşler bir noktada kesişmeyecek mi?
Mana nerede?
İçerilerde.
Kalan ‘hoş bir seda’ olacak o zaman geldiğinde.
Ancak küreselleşme adı altında da çok şey de yitip gidecek.
'Fikirler yükseldikçe’ aralarındaki boşluklar artacak.
O fikre muhataplar azalacak ve fikre karşı olanlar bölünecek.
Hepsi çoktan bizi ele geçirdi ve gerçekleşiyor değil mi?
İşte ‘global’ dünyanın ‘global’ sonu.
*
Bazı toplumlar vardır, bazılarına göre oldukça ilkel addedilirler.
İhtiyaçları, tüketimleri modern dünyaya göre daha azdır. İstekleri belli kalıplarda, belli koşullardadır. Doğalarını severler, çünkü onlardan ayrı değildir bir parçası bile.
Belki küreselleşme uğramadı semtlerine, ancak kavgaları daha az içlerinde.
Bir de düşünün büyüme hırsı ile ezip geçenleri.
Mahvedici güçleri.
Global düşünelim diyerek genişlemenin verdiği güçlerle hareket edeni.
Biri ak derse diğeri kara der.
İkisi de patrondur.
İki keçi gibidir hepsi, bir köprüden geçebilir mi?
Global güç hep kazanacaktır.
*
Şimdi düşünün ivme nereye?
Global sistem diyerek oldukça sisli, bulanık ve karanlık bir döneme mi?
Umut ile birleşmiş savaşların olmadığı, çocukların yaşadığı, hastalıkların çıkarılmadığı bir döneme mi?
Bu kürreselleşmede, hepimize müsait bir rol ve yol var kısaca.
Bizim yolumuz aydınlık, rolümüz insanlık.
Bizim küreselleşmemiz aydınlığa, ışığa.
Peki sizin yolunuz nereye?
Dip notlar;
Sinsice...
Bir zamanlar biyoloji derslerinde anlatılırdı.
Bazı mikroplar vardır, vücudun savunma sistemini iyi bilirler.
Ve “dost” sinyali verirler. İşte o anda da vücuda girerler.
İlk yaptıkları sinsice davranmaktır.
Gizlice ve sinsice, çaktırmadan vücudu tahrip etmeye başlarlar.
Ve süreç başlar.
Bakın duruma.
Aynen bu şekilde değil mi?
Rahat gezinme hakkı yok mu?
Kart elde etme.
Sızma.
Kapıları tek tek aralama.
Düşünün.
Nasıl hissetmenizi ve davranmanızı sağlarlar?
Düşünün.
‘Suçlu hissetmelisin’ derler.
‘Kendinden utanmalısın’ derler.
‘Sunulana mutlu ve memnun olmalısın’.
‘Yüzün gergin, dudağın şiş, kalkık burunlu olmalısın’.
‘Fast-food yemelisin ki karizman olsun’
‘Minnettar olmalı ve teşekkür etmelisin’.
‘Kapatmalısın düşüncelerini’.
‘Konuları bırakmalısın’.
‘Sussan iyi olur’.
‘Artık sorgulama’.
Ve ‘Unutmalısın’.
Her şeyi...
İnsanlığını da...
‘Para ve güç’ isteği...
Küreselleşmekten söz ederken son zamanlarda, kapitalist düşüncenin de hemen akabince küreselleştiğini fark etmemek mümkün mü?
Bu düzenin getirisi ‘para ve güç’ hırsı revaçta. Bu heves ailelerde, dizilerde, filmlerde, toplumda hatta ufak çocuklarda bile almış başı gitmekte. Hatta reklamlarda bile artık dile gelir oldu.
‘Sosyal medya’da bile özlü sözler ile para ve güç yerine ‘erdem’ dillenir, ancak nedense hiç uygulanmaz kişilerce. Erdemin, onurun, yetinmenin güzelliği anlatılır, duvarlara yazılır, ancak iş gerçeğe dayandı mı yok...
Bugüne kadar bizlere öğretilen hep tüketim, neler yaparsak hırsımızın artacağı, mutluluğun iyi bir ailede değil de parada olduğu, birilerini ezersek başarılı olacağımız vs. vs. ne yazık ki.
Tamamı hırsla dolu olan toplum, son model telefonu ile para ve güç hevesi içinde dolanıp duruyor. Özenmeyen yok gibi, varsa da iç geçirenlerdir ya da son kalan kırıntılardır.
Zenginlik para ve güç ile ölçüle dursun, göz tokluğu ile yetinen nerede?
Asıl zenginlik elindeki ile yetinmekse şayet, yetineni ben göremedim, gören var mı?
Ve kalp zenginliğinden mahrum olan kimse zengin midir para ve güç ile onca sertvet içinde, yoksa fakir midir kalbi viranelikse?
Son zamanlarda kredi kartı ile kendi parasını harcıyormuş gibi tüketici çılgınlığı içinde yaşam şekillenmiyor mu?
Son model arabalar ile zenginleştik çağrısı yapılırken, icra köşeleri dosyalarla dolmuyor mu?
Evler, arabalar, arsalar çaresizlikten satışa çıkmıyor mu?
Bankalara borçlar artmıyor mu?
Sizin olmayan paranız ile zengin olmak dipsiz kuyuya girmektir.
Çıkamazsınız...
Fıkra;
Bir gün padişah Nasreddin Hoca'dan sormuş:
-Hocam ben ölünce cennete mi gideceğim yoksa cehenneme mi, söyle bakayım? demiş.
Hoca padişahtan korkmadan:
-Cehenneme gidersiniz padişahım? demiş.
Padişahın sinirden sakalları titremiş.
Bu durumu gören Hoca:
-Kızmayın padişahım ben aslında size cennete gidersiniz diyecektim fakat sizin cellatlarınızın kılıçlarıyla ölen suçsuz kişilerden cennet dolup taşmış. Bu yüzden cennete sığmazsınız diye cehenneme gidersiniz dedim, demiş.
Günün sözü;
Benim ağrıma giden insanların yalan söylemesi değil, bir süre sonra söyledikleri yalanlara inanmasıdır... Dostoyevski
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.