Bundan tam 44 yıl önce yani 1 Mayıs 1977’de Taksim’de büyük bir coşkuyla kutlanan 1 Mayıs işçi bayramında tam 34 kişi o zamanki ismi ile intercontinental otelinin üst katlarından ,sular idaresinin duvarlarının üstünden İT’in MİT’in CİA’nin ve bilumum karanlık güçlerin kurşunlarıyla ve panzerleriyle ezilerek öldürüldüler. Bu konuda biliyorum ki bizim kuşaktan eli kalem tutanlar sayfalar dolusu yazılarla, kitaplarla bu lanetli günü yazdılar, anlattılar. Öldürülen emekçi kardeşlerimizi bir kez daha saygıyla anıyorum.
Benim asıl anlatmak istediğim konu biraz kendimle ilgili olan bir olaydır.
O gün,5 Haziran 1977 tarihinde yapılacak olan genel seçimlerle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili adaylarını belirlemek için parti binalarında kurulmuş olan sandıklarda oy kullanma günüydü. Oylar kullanıldı, sandıklar açıldı, aday sıralamaları belli olmaya başladı. O zaman ülkemizde bir tek televizyon kanalı vardı o da devletindi ve siyah beyazdı. Kalabalık olan binamızda gözler birden televizyona çevrildi ve Taksim alanı gösteriliyordu. Kemal Türkler’in konuştuğu kürsüden başlamak üzere meydanın o kalabalık bölümlerinde yerde yatan ölmüş insanlar perişan halde sağa sola koşuşan kalabalıklar , ağlayanlar, panzerlerin önünden kaçışanlar adeta bir savaş meydanını andırıyordu. Benim 2 kardeşim oradaydı. Ama haberleşme imkanı yoktu. O günkü teknik olanaklar yerde uzanmış olan ölüleri yeteri kadar net gösteremiyorlardı. Ama kardeşlerimden bir tanesinin sanki upuzun yattığını görebildim. Partideki kalabalığın içerisinden sessizce ayrıldım, diğer kardeşimin (henüz nişanlıydı) kayınvalidesini arayıp durumu özetledim. İstanbul’a gidiyorum gelir misin dedim, hemen geliyorum dedi. Bir arkadaşımızın taksisine binerek acele yola çıktık. Saat 05:00 sıralarında Bursa’ya vardık. Yol kenarında bulduğumuz bir çorbacıya girerek çorbalarımızı içtik. Şoför arkadaşın uykusu gelebilir düşüncesiyle iki limonu dilimleyerek önüne koydum, bir tomar gazete aldım. Yola çıktık. Kendisine uykun gelirse bu limonları rahatlıkla yiyebilirsin diye de tembih ettim. Hızla gazetelere göz atıyordum. Endişeliydim. Kardeşimin kayınvalidesi arka koltukta biraz uyuyayım diye uzandı, yollar bomboştu. Her tarafta sessizlik hakimdi. Şoförden bir eyvah sesi geldi. Kafamı kaldırdığımda Gemlik yakınlarında olduğumuzu gördüm, bir de şoförün direksiyon hakimiyetini kaybedip aşağı yukarı bir minare boyundaki uçuruma doğru gittiğini gördüm. Yapacak bir şey kalmamıştı. Belki kurtuluruz umuduyla başımı ellerimin arasına koydum. Araba kenardaki beton direklerden birine çarpıp yan ve geri döndü. Ve sayısını bilmediğim taklalar attık. Gözlerimi açtığımda arabanın düzlükte durduğunu gördüm. Ön cam yoktu, ön tekerlerin ikisi de arabadan iki üç metre önünde duruyordu. Kardeşimin kayınvalidesi açılan arka kapıdan dışarı fırlamıştı. Şoför bön bön bana bakıyordu. Adeta dili tutulmuştu. Arabadan inebildim, elimi ayağımı kontrol ettim, alnımdan kan akıyordu. Galiba sağlamım deyip yardım istemek üzere yola çıkmaya çalıştım. Emekleyerek zor da olsa bir pazarcı arabası durdu. Takatim kalmamıştı. Zar zor kamyonette bulunan iki kişiye parmağımla işaret ederek arabamızı gösterdim. Ölen var mı dediler, hayır dedim. Ve benimle birlikte uçurumdan aşağıya indik. Pazarcı esnafı oldukları için tedbirliydiler, bagajlarında battaniye bile vardı. Şoför kilolu olduğu için ve herhangi bir yerinden kan da gelmediği için öncelikle kardeşimin kayınvalidesini battaniyeye koyup yola çıkarmaya yeltendik. Ancak üçüncü dördüncü adımda ben yere yığıldım. Belimde büyük bir sancı başladı. Zar zor kamyonete çıktık. Şoförü de pazarcı arkadaşlar epey güçlük çekerek çıkardılar. Kamyonete bindik Bursa girişindeki en yakın hastaneye gittik. İçeri aldılar, yatırdılar, jandarma geldi, onlara ifadelerimizi verdik. Pazarcılara teşekkür ettik ve sakinleşmeye çalıştık. Bu arada ben hekimlerden birisine Salihli’ye telefon etmem gerektiğini söyledim. Telefonlu bir odaya götürüp konuşmamı sağladılar. Hem kardeşimin kayınpederine, hem babamlara, hem de şoförün çalıştığı taksi durağına haber verdim. Bizi tahsis edilen odada tuttular. Ancak biraderin kayınvalidesinin başında ciddi bir yarık vardı. Şoförün kaburga kemikleri kırılmış, ağrıdan avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Gitmek istiyoruz jandarma bırakmıyordu. Derken biz yakınlarımızı Taksim meydanında aramaya giderken iki kardeşim Bursa’da hastanede bizi ziyarete geldiler. Sevinç ve hüzün bir aradaydı. O anı tarif etmek için yaşamak lazımdı. Hele Salihli’den gelen kardeşimin kayınpederi ve babamlar toplaşıverince Bursa hastanesi adeta bir başka şekle bürünmüştü. Bir yanda panzerlerin ezdiği ve karanlık güçlerin öldürdüğü 34 can, diğer yandan sanki onları kurtaracakmış gibi bir an önce İstanbul’a varmayı düşünen iki insan.
44 yıldır failler ortada yok, ne acı değil mi?
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Gazete Yenigün Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Gazete Yenigün hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Gazete Yenigün editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Gazete Yenigün değil haberi geçen ajanstır.